Meczupların Dehalarla Yakın İlişkisi
6 mins read

Meczupların Dehalarla Yakın İlişkisi

Meczupluk ve Dahilik Arasındaki İnce Çizgi: Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde Seyit Lütfullah

Bir trenin cam kenarına yaslanıp dışarıdaki manzaraya daldığınızı hayal edin. Ağaçlar hızla geride kalırken, düşünceleriniz bir o kadar ileriye gidiyor. Belki de insanlık tarihini şekillendiren dâhilerden ve onların sıra dışı hayatlarından bahsediyorsunuz kendi kendinize. Ama hiç düşündünüz mü, meczupluk ve dahilik birbirinden ne kadar uzak? Ya da, acaba bu iki kavram birbiriyle iç içe mi?

Bu sorunun cevabını aramak için edebiyat dünyasına göz atabiliriz. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı romanı, bu konuda bize harika bir örnek sunuyor. Romanın kahramanı Hayri İrdal ve onun çevresindeki karakterler, sıradanlık ile sıra dışılık arasındaki çizgide gidip gelir. Fakat özellikle biri var ki, meczupluk ve dahilik arasındaki o ince sınırı adeta bir cambaz gibi aşıp geçiyor: Seyit Lütfullah.

Seyit Lütfullah, romanda absürd denilebilecek tavırları ve komik diyaloglarıyla ön plandadır. Ancak bu absürdlüğün ardında zekice bir derinlik gizlidir. O, bazen bir bilge kadar ağırbaşlı, bazen de bir çocuk kadar hafif ve eğlencelidir. Söylediği sözler ya kahkahalara boğar ya da düşündürür. Bir keresinde bozuk bir saat hakkında şu sözleri söyler: “Bu saat durmuyor; yalnızca ne zaman duracağını kendisi seçiyor.” İlk başta komik gibi görünse de, aslında bu sözde, zaman ve insan ilişkisi üzerine yapılmış zekice bir eleştiri saklıdır.

Lütfullah’ın mizahi kişiliği, onun meczupluk olarak görülen tarafını öne çıkarır. Ancak derinlemesine baktığınızda, bu meczupluk zannettiğiniz şeyin ardında oldukça keskin bir algı yattığını fark edersiniz. O, saatleri tamir ederken, aslında zamanın işleyişini sorgular. “Saatler çalışsın diye biz kendimizi durduruyoruz,” dediğinde, bu sadece bir mecaz değildir; hayatın kısıtlayıcı düzenine karşı bir eleştiridir.

Roman boyunca Seyit Lütfullah, diğer karakterlere göre hep bir adım farklıdır. Bu farklılık, onun anlaşılmayan yönlerinden kaynaklanır. Zira o, toplumun genel geçer kurallarını hafife alır ve onlarla oyun oynar. Saat tamirciliğinde geliştirdiği özgün yöntemler, başta herkesin dalga geçtiği fikirler olarak algılanır. Ama sonuçlar, onun dehasını ortaya koyar. Saatler çalışmaya başlar, üstelik eskisinden daha iyi bir şekilde.

Lütfullah’ın bu yönü, Tanpınar’ın toplumsal normlara getirdiği eleştirinin de bir parçasıdır. Çünkü toplum, farklı olanı anlamak yerine yargılamayı tercih eder. Oysa Lütfullah gibi karakterler, aslında o toplumun aynasıdır. Onun söylediği her tuhaf söz, aslında sıradanlığın absürtlüğünü ortaya koyar.

Zamanın ve İnsanın Sıra Dışı Yansımaları: Seyit Lütfullah’ın Bakış Açısı

Eserin bölümde gönül dervişi Lütfullah, “Zamanı ölçmek için saate ihtiyacımız varsa, biz çoktan kaybetmişizdir,” der. Bu sözler, romandaki diğer karakterleri güldürür. Ama bu, bir kahkahanın ardında gizlenen hakikatlerden biridir. İnsanların zamana olan bağımlılığına, adeta ince bir tokat gibidir bu cümle.

Tanpınar’ın yarattığı bu karakter, meczupluk ve dahilik kavramlarının bir insanda nasıl harmanlanabileceğini muazzam bir şekilde gösteriyor. Çünkü Lütfullah, yalnızca bir meczuptan ibaret değildir. O, absürd olanın içindeki anlamı görebilen bir zihin, toplumun göremediği bağlantıları kurabilen bir zekâdır.

Lütfullah’ın saatlere olan yaklaşımı, aslında hayata olan yaklaşımıdır. O, zamanı ciddiye almaz; çünkü zamanın insanların üzerindeki baskısını fark etmiştir. “Bir saat bozuldu diye dünya dönmeyi bırakmaz,” dediğinde, bu yalnızca bir espri değildir. Bu, hayatın akışını olduğu gibi kabul etmek gerektiğine dair bir mesajdır.

Belki bugün çevremizde de Seyit Lütfullah gibi insanlar vardır. Onların söyledikleri ya garip ya da anlamsız gelebilir. Ama bu kişiler, çoğu zaman toplumun fark etmediği bir gerçeği dile getirir. Onları anlamaya çalışmak yerine, genelde gülüp geçeriz. Oysa Lütfullah’ın hikâyesi, bize bir ders verir: Meczupluk olarak gördüğümüz şey, bazen sadece cesaretin bir dışavurumudur.

Bu noktada, meczupluk ve dahilik arasındaki farkın yalnızca algılarımızla şekillendiğini fark etmemiz gerekir. Tarih boyunca sıra dışı düşünen insanlar, genellikle ya dışlanmış ya da yanlış anlaşılmıştır. Ancak bu insanlar, dünya için yeni kapılar aralayan fikirlerin de sahipleridir.

Belki siz de bir gün, normların dışında düşündüğünüz için eleştirildiniz. Ya da yalnızca anlaşılmama korkusuyla fikirlerinizi ifade etmekten kaçındınız. Ama şunu unutmayın: Büyük fikirler, onları hayata geçirebilecek cesarete sahip olanlarla büyür.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Lütfullah gibi karakterleri, meczupluk ve dahilik arasındaki bu ince çizgiyi anlamamız için bize rehberlik eder. Belki de önemli olan, bu çizgiyi aşıp aşamayacağımıza karar vermektir. Bu yüzden size bir soru bırakıyorum: Bir dahiyi anlamak için ne kadar meczup olmaya hazırsınız?

Unutmayın, bugün delilik olarak görülen fikirlerin, yarının kurtuluşu olabileceğini hatırlayın. Kendi içinizdeki meczupla tanışın. Çünkü meczupluk ile dahilik arasındaki tek fark, zamanın ve sabrın neyi göstereceğidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir